ŞARBON BİR HALK SAĞLIĞI SORUNUDUR

Bilindiği gibi 26 Ağustos 2018 tarihinde Et ve Süt Kurumu tarafından Brezilya’dan ithal edilen ve bir kısmı Ankara'da bulunan 146 büyükbaş hayvanda kesim esnasında şarbon tespit edildi. Sonraki günlerde Sivas ve İstanbul’da görülen vakalar olayın ciddiyetini koruduğunu gösterdi. Kurban bayramı gibi, yurt içi hayvan hareketliliğinin arttığı dönemlerde, Türkiye hayvancılık sektörünün karşı karşıya olduğu sorunlar yıllardır katlamalı bir şekilde günümüze kadar gelmiş ve şarbon hastalığı nedeniyle gün yüzüne çıkmıştır. Etkin bir hayvan hastalık kontrol sisteminin kurulamaması , IMF ve Dünya Bankasının dayatmalarıyla yanlış et ithalatı yapılması ve bu tür ürünlerin stratejik ürünler olarak görülmemesi nedeniyle hayvancılık sektörü deyim yerindeyse katledilmiştir. 2009 yılında süt üreticileri bilinçli olarak zarar ettirilip besilik dana üreten ve süt verimi yüksek yaklaşık bir milyon inek mezbahada kestirilince, 2010 yılında kırmızı et eksiği kendini htirmiş ve fiyatlar zorunlu olarak artmış, böylece bu tarihten itibaren yurtdışından canlı hayvan ve et ithalatı yeniden başlatılmıştır. Üstelik özel sektörün isteğine uyarak 26 Nisan 2018 tarihinde yayımlanan bir tebliğ ile ithal edilecek hayvanların seçiminde görev alması gereken uzman seçim heyeti de kaldırılmıştır. Uzmanların tamamen devreden çıkmasıyla canlı hayvan seçiminde tüm yetkiler özel sektörün vicdanına bırakılmış ve denetim olanakları zayıflatılarak halk sağlığı açıkça “Allaha emanet” edilmiştir. Halk sağlığının kamusal bir hak olduğu göz ardı edilmiş,her şeyde olduğu gibi serbest piyasanın insafına terkedilmiştir Geri kalmış ülkelere özgü hastalıklar hem hayvanlarımızı hem insanlarımızı tehdit ediyor. Yapılan en ciddi uyarılar kara mizah örneği; kene sorununda “pantolon paçalarınızı çorabınızın içine sokun”, kuş grinde “kuş gördüğünüzde hemen kaçın” ve son olarak şarbon olayında “et alırken kasabınıza hayvanın hasta olup olmadığını sorun” oluyor Sorun ulusal güvenlik sorunudur. Özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra gıda stratejik bir silah olarak ele alındı. Toplumların bugün hayvansal proteinlere karşı duyduğu ihtiyaç reddedilemez bir gerçektir. Hiçbir zaman ot yiyen et yiyene üstünlük sağlayamamıştır. Bulgur, patates gibi nişastalı ürünler kas gücünü, hayvansal ürünlerse beyin ve zekâ gücünü artırır. Zeka her zaman en büyük güçtür. Et fiyatlarındaki suni artış ise tamamen ithalata zemin hazırlamaktır. Ülkemizde 1936 ve 1937 yılında çıkarılan yasalarla, bitkisel ve hayvansal üretimde önemli gelişmelerin sağlanması sektörel örgütlenmenin sonucu olarak değerlendirilmelidir. Mevcut yapı ne yazık ki Atatürk’ün zamanında uygulanan modelin oldukça gerisine düşmüştür. Yapılması gereken tek şey ,sadakat ve biata dayalı atamalar yerine liyakat esaslı kadroların işbaşına geçirilmesidir. İdeolojik ve şahsi politikalardan uzak, sürekli olarak ülke çıkarlarımızı ve kitlesel dayanışmamızı hedefleyen çoğulcu yaklaşımlar benimsenirse o zaman “yerli ve milli” olunacağına ve tüm sorunların çözüleceğine inanıyoruz. Dr.Arif Güvenir                Atatürkçü Düşünce Derneği         GYK üyesi ve İç Ege Bölge Sorumlusu