Osmanlı resmi yazışmalarında Tat, farklı anlamlarda kullanıldı. Birincisi, bir cemaatin (aşiret) ismidir. 1554 tarihli bir Osmanlı arşiv belgesinde Ortapare (Sivas bölgesinde) bölgesinde yaşayan ‘Tat Alevi cemaatinden’ söz edilir. 1572 tarihli başka bir belgede ise Bozok bölgesinde (Yozgat civarı) ‘Tat Yörüğü’nden bahs edilir. Osmanlı belgelerinde ‘Tat Alevi kabilesi yörüğü’ gibi tamlamalara rastlanır. Bu cemaate kethüda ataması Osmanlı hükümeti tarafından yapıldı. Amasya civarında yaşayan bu cemaatin Ulaş, Kubad ve Süleyman isimli kethüdalarına İstanbul’dan berat verilerek kethudalıkları onaylanmıştır. On altıncı yüzyılda Tat cemaatinin, Alevi cemaati (İran Safevi taraftarı) olduğu açıkça bellidir. 1828’de Karahisar-ı Behramşah’a (Yozgat’ta) maden işinde çalışmalısı için Tat kabilesi iskân edildiğini belirtelim.
İkincisi, Anadolu’da Tat ismini taşıyan köyler vardır. Bunlar muhtemelen Osmanlı öncesinde kuruldu. Şeyhli (Dinar yakınındaki Işıklı) Tat köyü, Konya Sille’ye bağlı Tat köyü (Konya’daki Mevlevi Dergâhına odun vermekle mükellefler), Nevşehir Tatlar köyü, Çubukabad Tatlar köyü, Ilgın Tatlar Derbendi, Ayaş Tatlar köyü, Niğde Tatlar köyü, Ankara Zir Tatlar köyü ve Sivrihisar Tatlar mahallesi bunlardan bazılarıdır. Bu yerleşimlerin çoğunun İran taraftarı olduğu anlaşılıyor. Şeyhli Tat köyünde Umur Baba Sultan ve Umur Fakih Sultan zaviyeleri vardı. Muhtemelen, Uygur sınırından, Kırım, Kafkasya, Anadolu, İran ve Orta Doğu gibi bölgelerde Tatlara rastlanılmasından anlaşılıyor ki, Tatlar, çok erken bir dönemde, Uygur-Moğolistan’dan batıya doğru göçmüş olmalılar.
Üçüncüsü, Osmanlı belgelerinde Tat, bir taifenin adıdır (Tat taifesi). Bunlar, Mısır’ın fethinden sonra (1517) Arap coğrafyasında özellikle Şam’da yeniçeri teşkilatına alınmışlardır. Ancak, Osmanlı devleti ve sultanı aleyhine konuştuklarından, şarap içtiklerinden ve başka ‘ahlaksızlıklardan’ dolayı, yeniçerilikten çıkarılmışlardır. 1565 yılında Şam Yeniçerileri arasından iki yüzden fazla Tat vardı. Şikâyet üzerine, bunların hepsi askerlikten atıldılar. Bir Osmanlı belgesinde, bunların ‘dirliklerinin’ ellerinden alındığı, ayrıca Türkmen, Arap, Yerli Etrak, Tat ve Çepnilere bir daha gedik verilemeyeceği; bunların dirliklerinin Rumi ve Kürtlere verildiği ifade edilir. 1572 yılında Bağdat, Musul ve Basra’ya kadarki bölgeye dağılan Tatlar, bu sebepten dolayı ayaklandılar. Tat ve Tatoğulalrı, Osmanlı hükümetlerince ‘ecnebi’ olarak algılandı. Bu dönemde Dürzi, Fellah ve Ecnebilere de dirlik verilmedi. 1579 tarihli bir belgede ise Basra’da, ‘Yerlü Tatların’ dirlik tasarruf ettiğini gösteriyor. Nitekim aynı tarihlerde, Tatların, Şam Yeniçerisi olarak yazılamayacaklarına dair emirler yayınlandı. Tat, burada, yerli nüfustan farklı olan bir grup anlamına geliyor. Bütün bu güvensizliğin nedeni, bir belgede belirtildiği üzere, Osmanlı idaresine yaptıkları ‘hıyanetler’di. Sanırım Tatlar, Osmanlı-İran harplerinde, Osmanlı askeri olmalarına rağmen, pratikte Safevilerin yanında yer aldılar. Nitekim dönemim Osmanlı ıslahat layihalarında, Tatların, Osmanlı tımar sistemini (ordu) bozduklarından dolayı ordudan çıkarılmaları gerektiği ileri sürülür. İranlıları destekledikleri veya en azından pasif kaldıklarından dolayı, Gemce bölgesinde, 1580 yılında, Çepni, Laz, Tat, Çingeneler ile Sarılı taifesinin elinden dirlikler alındı. Aslında Osmanlı idaresinin Tatlara karşı daima şüpheyle baktığı belgelenebiliyor. Bunun nedeni, mezhep farklılığı olmalıdır. Çukurova’da Memluk-Osmanlı savaşları esnasında, Osmanlı istihbaratı, Halep civarındaki tatlarla ilgili 1486 tarihli bir rapor hazırlatmıştı.
Dördüncüsü, Osmanlı idari anlayışında, ‘Tat vilayeti veya Tat İli’ kavramları vardır. ‘Tatların yaşadığı bölge’ anlamında coğrafi bir kavramdır. Bu kavram, Osmanlı yazışmalarında, çoğunlukla Kefe ile birlikte geçer. Bu bölge, kabaca Kefe’nin güney kısımlarını kapsar. Kırım Hanı, bu bölgenin işlerinden sorumlu olan, Tat Ağası denilen bir kişiyi görevlendirirdi. Ahalisi de Osmanlılara göre ‘kefere’dir. Osmanlı donanmasının ihtiyacı olan tahta, kereste ve kayık, bu bölgeden temin edilmiştir.
Tatların çok eski bir tarihe sahip oldukları anlaşılıyor. C. E. Bosworth’a göre (İslam ansiklopedisi, İngilizce versiyonu, s. 368-369), Tatlar, 8. Yüzyılda, On Oklar’a (Batı Türk devletinin kalıntılarından) bağlıydılar. Batı Türklerine ait kentlerde yerleşmişlerdi. Kaşgarlı Mahmud, Türklerin İranlılara, Tat dediğini yazar. Çu nehrinin kuzeyinde yaşayan Yağma ve Tuhsi Türk aşiretleri, Tat sözcüğünü, ‘kefere Uygur’ anlamında kullandılar. Selçuklular devrinde ise Tat, ‘İranlı’ anlamına geldi. Mevlana Celaleddin Rumi, Rum, Türk ve Tat’ı (İranlı anlamında) birlikte kullanmıştır. Sultan Veled ise, Türkçe ve Tatça dillerinden söz eder ki, Tatça, Farsça anlamına gelir. Süheyl ü Nevbahar’da, ‘Tat u Mugal’ tamlaması geçer ki, Farslar ve Moğollar anlamındadır. Ali Şir Nevayi, Tatça’yı Farsça anlamında kullanır. Güneybatı Türkçesinde, Tat, ‘Türkçe konuşamadığından dolayı’, ‘ecnebi, yabancı’ anlamını kazanmıştır. Hâlbuki Azerbaycan’da ‘Türkçe konuşan ehl-i hakk’a’, Tat, denilmiştir. İran’da Kaşkayiler, bu sözcüğü, ‘gayriTürk’ anlamında kullanmışlardır. Kırım’da ise çok daha farklı bir anlam kazanmıştır: Kırım Hanı Canıbek Giray’’n 1628 tarihli elkabında: ‘Tat bila tavgaçnın uluğ padşahı…’ satırları geçer. Tatlar, Kırım’da, Türkleşmiş unsurlar arasında gösterilir. Çok ilginç bir tanımlama ise Kırım Tatarları tarafından yapılmıştır: 1775-1778 yılları arasında Kırım’ın güneyinden Mariupol’a göç eden Rumca konuşan Hristiyan Rumlar için Tat denilmiştir. Kırım’da Kırkyer’de (Yahudi yerleşimi Karkeri) Tatların yaşadığı belirtilmiştir.
Sonuç olarak, Osmanlıların Tatlara bakış açısı, sünni İslam ve Sultan’a biat noktasındandır. Bir dönem, Osmanlı ordusuna alınmışlar ama İran taraftarı oldukları anlaşılınca ordudan tasfiye edilmişlerdir. Çoğunun da Türkçe konuşmadığı açıktır. Tatlar, zamanımızda ‘İran halklarından biri’ olarak bilinseler de, çok geniş bir coğrafyada yerleştikleri (Orta Asya, İran, Anadolu, Kafkasya, Kırım, Orta Doğu) yerleştikleri ve o bölgelerin hâkim dil, mezhep ve diğer özelliklerine ayak uydurmaya çalıştıkları fark edilmektedir.