Bu sözcüğü mevsim geçişlerinde mağazaların kapılarına asılmış büyük bez afişlerde görürdük. Heyecanla mağazanın kapanışını düşünürken sadece üst kısımda küçük harflerle yazılmış “sezonu” ibaresini görünce hevesimiz bir anda iğne batırılmış balon gibi sönüverirdi. Aklımız sıra kapanan bir iş yerinde bazı ürünler maliyetine satılır ve bizde alırız düşüncesi olurdu aklımızda. Oysa sonradan sonraya anladık ki bu slogan bizi oralara çekmek adına bulunmuş ve çoğu zaman da görevini başarmış bir reklam biçimiymiş.
Buradan hareketle bir yılı aşkın süredir maruz kaldığımız bu körolası PANDEMİ bizi bir hayli yordu. Ne kadar önlem alındıysa bir türlü eski günlerimize dönemedik. Gerek Sağlık Bakanlığı ve gerekse hükümet yetkilileri bir yığın tedbir üzerinde çalışmasına rağmen arzulanan başarıyı sağlayamadık. Maske dedik, mesafe dedik, hijyen dedik olmadı. Ve AŞI tutunacağımız son olanak oldu. O da duraklamalar nedeniyle düşünülen seviyeye ulaşamadı.
Kimimiz de aşıyı beğenmedik. Yok Çin aşısı, yok Alman aşı, Rus aşısı gibi safsata düşünüşlerle aşı olmayı kabullenemedik. Ve olanlar oldu günlük vaka sayıları arşa ulaşıverdi ve tabii ki can kayıpları da neredeyse 400'lü rakamlara yaklaştı.
Haliyle son Bilim Kurulu raporları hükümetin önüne gelince yapılacak son çarenin KAPANMA olduğu kanaatiyle 17 günlük bir kapanma süreci uygulamaya kondu. Üzerinde çok konuşulabilir, eleştirilebilir ya da beğenilir. Amma bu kapanma işi hani öncelerden tam anlamıyla yapılabilseydi şimdiki duruma düşer miydik sorusu kafamızı kurcalamaya devam ediyor. KEŞKE demek doğru değil ama o günlerde bu günkü cesareti toplayıp karar alabilseydik bu kadar can kaybı yaşamayabilirdik diye düşünüyorum.. Bu ızdırabı uzun yıllar çekeceğimize 17 günde kesip atalım. Sanırım açlıktan ölmeyiz. Evde kalmanın verdiği PSİKOLOJİK rahatsızlıkları de serbest kalınca en iyi şekilde hıncımızı alır rahata ereriz diye düşünüyorum.
Ama görünen o ki bu kapanma sürecini de iyi yönetemiyoruz. Vakaların en çok görüldüğü İSTANBUL kapanma haberi üzerine adeta Hiroşima’ya atılmış bomba tesiri etmiş gibi boşalıverdi. Gerek Anadolu köylerine geri dönenler, gerek tatil yörelerine hücum edenler ve gerekse tarım alanlarına doğru yön tutanlar (özellikle Karadenize çay hasadı için) bir anda ortalık yangın yerine dönüverdi. Ve ilk tepki de Bodrum’dan geldi. Başkan kapasitemiz yeterli değil, gelmeyin dediyse de insanlar ikazları dinlemeyip bir an önce yazlıklarına kavuşmanın yoluna baktılar. Oldu dersiniz… bence olmadı..
İnsanlar öncelikle böyle bir tehlikeyi görmedikleri için “adam sende” deyip bildiklerini okumaya devam ettiler. Bir zamanlar AIDS ülkeyi tehdit ettiğinde “biz TÜRKÜZ bize sökmez” şeklindeki yaklaşımları da duymuştuk. Şimdi de düşmanı göremeyenler ta ki mikroba yakalanınca işin farkına varıyorlar. Entübe edilen bir çok insanın ne kadar çok cehennem azabı çektiği, kurtulduktan sonra anlaşılıyor.. Evde kalmak entübe olmaktan bin kat iyidir diye bilgilendiriyorlar..
Kapanma süresince yayınlanan PROSÖDÜRLER de tam anlaşılamıyor. Burada ilgili bakanlıklar, valilikler anlaşılır cümlelerle durumu açıklasalar ne kadar güzel olur. Bakkal ve marketler açık.. Peki aynı yerde hem çerez hem de tekel var ne olacak.. Alkol satışı yapılırsa o anda nasıl tesbit edilecek.. Her markete bir polis koymak olası değil. Bu kadar uyarıya rağmen bir çok vatandaşımız hala kurallara uymayıp yakalanıyor ve ceza ödemek zorunda kalıyorlar.. Bir bakıma fazla caydırıcı olamıyor galiba!...
Böylelikle hem 23 Nisan’ı hem de Ramazan Bayramını pandeminin gölgesinde doğru dürüst kutlayamadık. Geçen yıl olduğu gibi. Ve sanırım 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı da buna kurban gidecek. Gitmese bile okullar kapalıyken törenlerin şenliklerle geçmesi nasıl mümkün olacak. Daha görkemli kutlamaları umarım gelecek yıllara bırakmak zorundayız.
Bu KAPANMA sürecini ciddiye alıp daha dikkatli olmalıyız. Bizler bireyler olarak kurallara uyarsak toplum olarak daha erken kurtulur ve normal yaşamımıza dönebiliriz. Tabii ki hemen 17 günlük kapanma sonunda her şey güllük gülistanlık olacak değil. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra bu pandemiyi de tarihin tozlu raflarına göndermenin yollarını birlikte bir an önce bulmalıyız.
Bu arada güzelim 1 Mayıs İşçi-Emekçi Dayanışma Bayramı da pandeminin gölgesinde kaldı. 1 Mayıs 1886'da Amerika’da işçilerin direnişi sonunda kazanılan bu hak ülkemizde 1923 yılında kutlanmaya başlamış. Daha sonra da 2009 yılında alınan bir karar sonrasında resmi tatil kapsamında yer almaktadır. Anılarda kalan yasaklı günlerde, 1977 yılında taksimdeki kutlamalarda kaybedilen canları da rahmet anıyor ve bu güzel işçi bayramının daha önceki yıllarda olduğu gibi bahar bayramı güzelliğiyle kutlanması, emeğin hakkını alması adına işçilere, emekçilere kutlu olsun diyorum.