Tarihimizin önemli günlerinden bir gün 24 Temmuz. İlk aklımıza gelen ise LOZAN BARIŞ anlaşması. Yaşadığımız Kurtuluş Savaşı sonrası gerekli haklarımız SEVR ile sıkıntıya girmişti. Ve Türkiye savaşa katılan devletleri Lozan’da toplatarak 20 Kasım 1922'de başlayan görüşmeler 24 Temmuz 1923'te LOZAN barış anlaşmasının imzalanmasıyla noktalan-mıştır. Bu anlaşmanın 100 yıl süreceği safsataları da gerçek değildir. Türkiye Cumhuriyeti var oldukça bu anlaşma sürecektir. Bu anlaşma ile Tavşan, Bozcaada ve İmroz adaları bize bırakılmış Meis adası İtalyanlara, Musul ve Kerkük’te tüm çabalarımıza rağmen alınamamıştır.
Lozan anlaşması Türkiye adına İsmet İnönü tarafından mahiyetindeki bir heyet ile birlikte imzalanmış ve boğazlar için çok önemli bir statü yürürlüğe girmiştir. Ve bu anlaşma ile Birinci Dünya Savaşı’nın sonrasında İstanbul’daki Osmanlı yönetiminin ardından bağımsız olarak Ankara’da hükümet kuruldu.
Ankara’da kurulan hükümetin uluslararası meşruiyet kazandığı anlaşma olarak tarihe geçmiştir. Bunun ötesinde TÜRKİYE CUMHU-RİYETİ’nin KURULUŞ anlaşması olarak kabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları büyük oranda çizilmiş, batılı devletlere verilen kapitülasyonlar tamamen kaldırılmış, azınlık haklarıyla ilgili düzenlemeler getirilmiştir.
143 maddeden oluşan bu anlaşma bir önsöz ve dört bölümden ibarettir. TÜRK istiklal ve hakimiyetinin tanınması bakımından fevkalade öneme sahip bu anlaşma da Fransızlarla yapılan Ankara anlaşmasındaki sınırlar kabul edilmiştir.
Boğaların statüsü bu anlaşmaya göre düzenlenmiş ve şimdiye kadar titizlikle uygulanmıştır.
LOZAN TÜRKİYE’NİN TAPU SENEDİDİR
24 Temmuz’da yaşanmış bir başka olay ise basından sansürün kaldırılmasıdır. Osmanlı döneminin son günlerinde yayınlanan gazeteler sansür memurlarının denetiminden geçerek yayınlanıyordu. 24 Temmuz 1908'de meşrutiyetin ilanından sonra bu uygulamaya son verilmesi “sansürün kaldırılması” olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle 24 Temmuz gazeteciler tarafından bayram olarak kabul edilmişti.
Ülkelerin gelişmesinde basının halkı bilgilendirme, bilinçlendirme ve kamuoyu oluşturma gibi önemli görevleri olduğu bilinmektedir. Basının meslek ilkeleri doğrultusunda tarafsız ve sorumluluk bilinciyle, özgür ve sansürsüz bir ortamda görevini yapabilmesini dilemekteyim. Ne var ki günümüzde bu talepler göz ardı edilmiş ve 1946'da Gazeteciler Cemiyeti tarafından kabul edilen 24 Temmuz Basın Bayramı ve Dayanışma Günü işlevini tam anlamıyla yapamaz olmuştur.
“BASIN HÜRDÜR SANSÜR EDİLEMEZ” denmesine rağmen üzerindeki baskılar artırılmış, meslek; televizyon dağıtılan marketlere dönüştürülmüş ve tabiri caizse saygınlığı rafa kalkmıştır. Ulusal basında yaşanan bu dejenerasyon sonrasında basından kopuşlarda oldukça hız kazanmıştır. “Kalemini kır ama satma” prensibi de tarih olmuştur. Bu alanda halkın gözü kulağı sesi olan yerel gazeteler de sayıları 1600'lerden 900'lere kadar inmiştir. Bu günkü durumda gazeteler uygulanan baskılarda onları yaşayamaz bir duruma sokmuştur. Ülkemizdeki çeşitli gazeteci dernekleri, federasyonlar “yerel basın ölüyor”, basın oksijen çadırında diyerek feryatları arşa yükselirken resmi kurum ve kuruluşların gazete aboneliklerinin de askıya alınması gazetecilerin bir damarının daha kesilmesine neden olmuştur. Hükümetten destek beklerken köstek olunması ciddi kan kaybına sebeptir. Bu durumun gözden geçirilerek daha sağlıklı ve yararlı bir durum yaratılması uygun olacaktır.
Lozan bir bayramken, sansürün kaldırılması bir bayramken, kurban bayramı yaşanırken bizlere yapılan bu cefa neyin nesidir. Kaldı ki 1961'de çıkarılan 212 sayılı yasa ile gazetecilere bir takım haklar tanınmışken şimdi o yasadan eser kalmamış olması bizlere reva mıdır.
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü, 16 Ocak Basın Onur Günü, 24 Temmuz Sansürün Kaldırılması ve Dayanışma Günü adlarıyla kutlanan günler ne ufkumuzu açan günler ne de bizleri sevince boğacak bayramlar olarak kutlanamamaktadır. Adı geçen günlerin gelecekte gerçekten BAYRAM olarak kutlanması en büyük isteğimiz talebimiz arzumuzdur. Halkımızı bilgilendirmek, bilinçlendirmek, haberleri iletme görevimizi doğru dürüst ve tam manasıyla yerine getirebilmemiz için bunlara ihtiyacımız vardır. Ne olursunuz bunları dikkate alın. Bizler de ülkemizin gelişmesi güzelleşmesi, refah seviyesinin yükselmesi için canımızı dişimize takarak görev yapan bireyleriz.
Bayramları yaşadık ama içimizde hala korona acısı var. Rakamları bayram öncesi 500'lere kadar düşürmüşken bu bayram sürecinde 15 binlere dayadık neredeyse. Olmadı. Gerçekten olmadı. Sona yaklaşırken başa dönmek bizlere yakışmadı. Bugüne kadar yapılanları neredeyse silip atmış gibi, her şeye yeniden yani baştan başlamak gibi bir duruma düşmekteyiz. Ne yapmamız gerektiğini artık herkes biliyor. Biliyor ama ona göre davranmıyoruz. Bitti sanıyoruz bu meret salgını. Oysa bitmedi ve böyle giderse de uzun zaman yakamızı bırakmayacak.
Görevimiz belli maske-mesafe-hijyen ve bunlara ek olarak kesin çözüm olacağına inandığımız AŞI olmak. Bunları yapalım ve en kısa zamanda AŞI olmayı gerçekleştirelim. Ne kadar çok sayıya ulaşırsak o kadar önleyici olacağını bilin artık. Yok şu aşı, yok bu aşı diyerek tereddüt etmeyin. Her aşı mutlaka yararlı ve önleyicidir.
Güzel günleri, sağlıklı günleri, mutlu günleri hep birlikte yaşamak dileğiyle geçmiş bayramlarınızı da kutlarım.