Hatay escort Sex hikayeleri Sikiş hikayeleri porno ize

Necati Ertuğrul
Köşe Yazarı
Necati Ertuğrul
 

RUHSUZLAŞMAK

Her zaman olduğu gibi açtım evimin kapısını, bindim asansöre, indim aşağıya. Apartmanımızda on daire var, her dairede beş kişi olsa eder elli kişi. Apartmanımızda yaşayanları, tesadüfen asansör beklerken görüyorum. Onlarla diyaloğumuz “merhaba, nasılsın” sözcüklerinden ibaret kalıyor. Bu da gösteriyor ki apartman hayatı dostlukları, yardımlaşmayı, muhabbet etmeyi bitirmiş durumda. Apartmanlar, dairelerine insanları hapsetmiş, yalnızlaştırmıştır. En kötüsü; ruhsuzlaştırmıştır. Tek katlı, önü bahçeli ev hayallerini maziye gömmüştür. Konuyla ilgili vereceğim örnek; binlercesinin içinden bir tanesi. Bir abimiz vardı, devlet memuru. Dört-beş tane evladı vardı. Bıkmıştı kira evlerinden. Türlü güçlükler içerisinde bir ev yapmıştı tek katlı, önü de bahçeli. Çocuklarım,gelen geçenler, kurt kuş yesin diye her cins meyvelerden dikmişti. Gözü gibi bakardı onlara. İnsan ve hayvanlarla dostluklar kurmuştu. Övgüyle söz ettirirdi kendisinden. Sözünü ettiğim kişi vefat eder etmez hemen inşaat levhası asıldı bahçesine. Sonra; homurdanmaya başladı makineler. Birkaç saat içinde evi ve ağaçları, üzerlerindeki meyveleriyle beraber yerle bir ettiler. Yemyeşil kiraz, şeftali, kayısı, erik, dut, üzüm, ayva, ceviz ağaçlarının kökleri boşlukta kaldılar. Kuşlar korkudan komşu apartmanların çatısına gizlenmişler, başlarını, tüylerinin arasına sokarak doğaya ve çevreye yapılan katliamı görmek istemiyor gibiydiler. Çıkardıkları acıklı seslerle kendinize ve doğaya kıymayın demek istiyorlardı belki de. İnsanoğlu bu; hırslanmıştı, ruhsuzlaşmıştı bir kere. Aklını kullanacak hali yoktu. İnşaatın temeli kazıldı. O altın kadar değerli simsiyah, humuslu topraklar kamyonlara yüklenerek başka yerlere taşınıyordu. Böylelikle; bağlar, bahçeler, ormanlar, çayırlar, verimli topraklar yok ediliyor, yer altı suları kaybolup gidiyordu. Betonlaşmaya, çarpık kentleşmeye ve buralarda yaşayacak ruhsuz kalabalıklara yenileri ekleniyordu. Üstelik bunu, insanoğlu kendi elleriyle yapıyordu. Ağlamamak, isyan etmemek elde değildi. İnsanın içinden sihirli bir güç olsa da bu talana, yağmaya, vurdum duymazlığa “DUR” dese diye geçiyordu. Şehir hayatına özenerek köyden göçen insanların son zamanlarda geri döndüklerine şahit oluyoruz. İyi de ediyorlar aslında. Köylüsünden şehirlisine, muhtarların, belediye başkanlarının, Köy İşleri, Orman, Çevre ve Şehircilik bakanlıklarının, kısacası bütün vatandaşlarımızın sorumluluklarını bilerek, gelecek kuşaklara yaşanılabilir bir Türkiye bırakma adına hemen hareket geçmenin tam zamanıdır. Yoksa; yarın çok geç olabilir. Necati ERTUĞRUL
Ekleme Tarihi: 18 Aralık 2018 - Salı

RUHSUZLAŞMAK

Her zaman olduğu gibi açtım evimin kapısını, bindim asansöre, indim aşağıya. Apartmanımızda on daire var, her dairede beş kişi olsa eder elli kişi. Apartmanımızda yaşayanları, tesadüfen asansör beklerken görüyorum. Onlarla diyaloğumuz “merhaba, nasılsın” sözcüklerinden ibaret kalıyor. Bu da gösteriyor ki apartman hayatı dostlukları, yardımlaşmayı, muhabbet etmeyi bitirmiş durumda. Apartmanlar, dairelerine insanları hapsetmiş, yalnızlaştırmıştır. En kötüsü; ruhsuzlaştırmıştır. Tek katlı, önü bahçeli ev hayallerini maziye gömmüştür.
Konuyla ilgili vereceğim örnek; binlercesinin içinden bir tanesi. Bir abimiz vardı, devlet memuru. Dört-beş tane evladı vardı. Bıkmıştı kira evlerinden. Türlü güçlükler içerisinde bir ev yapmıştı tek katlı, önü de bahçeli. Çocuklarım,gelen geçenler, kurt kuş yesin diye her cins meyvelerden dikmişti. Gözü gibi bakardı onlara. İnsan ve hayvanlarla dostluklar kurmuştu. Övgüyle söz ettirirdi kendisinden.
Sözünü ettiğim kişi vefat eder etmez hemen inşaat levhası asıldı bahçesine. Sonra; homurdanmaya başladı makineler. Birkaç saat içinde evi ve ağaçları, üzerlerindeki meyveleriyle beraber yerle bir ettiler. Yemyeşil kiraz, şeftali, kayısı, erik, dut, üzüm, ayva, ceviz ağaçlarının kökleri boşlukta kaldılar. Kuşlar korkudan komşu apartmanların çatısına gizlenmişler, başlarını, tüylerinin arasına sokarak doğaya ve çevreye yapılan katliamı görmek istemiyor gibiydiler. Çıkardıkları acıklı seslerle kendinize ve doğaya kıymayın demek istiyorlardı belki de. İnsanoğlu bu; hırslanmıştı, ruhsuzlaşmıştı bir kere. Aklını kullanacak hali yoktu. İnşaatın temeli kazıldı. O altın kadar değerli simsiyah, humuslu topraklar kamyonlara yüklenerek başka yerlere taşınıyordu. Böylelikle; bağlar, bahçeler, ormanlar, çayırlar, verimli topraklar yok ediliyor, yer altı suları kaybolup gidiyordu. Betonlaşmaya, çarpık kentleşmeye ve buralarda yaşayacak ruhsuz kalabalıklara yenileri ekleniyordu. Üstelik bunu, insanoğlu kendi elleriyle yapıyordu. Ağlamamak, isyan etmemek elde değildi. İnsanın içinden sihirli bir güç olsa da bu talana, yağmaya, vurdum duymazlığa “DUR” dese diye geçiyordu.
Şehir hayatına özenerek köyden göçen insanların son zamanlarda geri döndüklerine şahit oluyoruz. İyi de ediyorlar aslında. Köylüsünden şehirlisine, muhtarların, belediye başkanlarının, Köy İşleri, Orman, Çevre ve Şehircilik bakanlıklarının, kısacası bütün vatandaşlarımızın sorumluluklarını bilerek, gelecek kuşaklara yaşanılabilir bir Türkiye bırakma adına hemen hareket geçmenin tam zamanıdır. Yoksa; yarın çok geç olabilir.
Necati ERTUĞRUL
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yesilbanazgazetesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.