Hatay escort Sex hikayeleri Sikiş hikayeleri porno ize

A. Erkin Sarıoğlu
Köşe Yazarı
A. Erkin Sarıoğlu
 

EYLÜL’ÜN ONİKİSİ

Kötü günleri anımsamak istemem ama tamı tamına 42 yıl önce yaşadıklarımız, daha doğrusu bizlere yaşatılanlar kolay kolay daha nice yıllar geçse de silinecek gibi değil. Neredeyse milyonlara varan gencimizi mağdur eden bu olay tarihimizde kara bir leke olarak kalmaya devam etmekte. Silinir mi bilemem ama silinse bile acıları, travmaları, çekilenleri unutulacak gibi değil. Hele hele darağaçlarına verdiklerimiz, yaşı tutmayanları unutmak kolay olmuyor. Kim ne yaptı nasıl etti bir çoğumuz farkındayız ama gel gör ki yapabi-leceklerimiz sınırlı kaldı ve bahsettiğim 760 bin insan mağduriyet yaşadı. Onların eşi, dostu, akrabası ve tanıdıkları da üzüntülere onulmaz dertlere mağdur kaldılar. Tarihin toz tutmayan sayfalarına bakmak, belki acıları tazelemek adına uygun olmasa bile o günleri bir daha yaşamamayı arzulamaktayız. Oniki Eylül akşamına kadar duraksamadan akan kanın o gece ve ertesi gün bıçak gibi kesilmesi garip değil mi? Beni yıllar yılı derin düşüncelere daldırmıştı. Hangi sihirli el kargaşayı bir anda yok edivermişti. Sanki dün hiçbir şey olmamış ve bembeyaz bir sayfa açılmış gibiydi. Caddeler, sokaklar bomboş, arada bir askerlerin rap rap sesleri duyulmaktaydı. Ama umulmadık hızla zindanlar dolmaya taşmaya başlamıştı. SUÇLULAR gece yarılarında evlerinden alınıp işkence odalarına çekilmekteydi. Suçlular diyorum. Elbette asıl suçlular değil suçlu olarak bakılanlardı onlar. O gece bir yolculuktan dönmüştüm. Geç geldiğimiz için henüz yataktayken komşumuz uyarmıştı.. Kalkın DARBE olmuş. Kalktık televizyonu açtık. Baktık ki Hasan Mutlucan türküleri çalıyor. Arada bir anons; “ordu yönetime el koymuştur, netekim”. Bir iki gün sonra gözaltındayız. Tamı tamına 60 gün. Her gün sorgu, her gün baskı ve işkence. Yaşadık hepsini. Hayatımda çakı bıçağı taşımamış bizler darbenin sorumlusu oluverdik birden. Oysa biz ülkemizi en çok seven, ülkemizin kalkınması adına okullarımızı bitirip hizmetimize aralıksız devam eden çocuklarımızın yetişmesine katkı sağlayan insanlardık. Ve hep öyle olmaya and içmiştik zaten. O günlerde kaybettiklerimiz gerçek yargılamalar yapılarak ceza alsalar veya serbest kalsalardı bu günlerde sanırım ülke yönetiminin en başlarında kalkınma adına, ülkeyi çağdaş ülkeler seviyesine çıkarma adına hala kafa yoruyor olacaklardı belki de. Darağacına giden “üç fidanın” İmralı’daki üç can için kıstas olduğunun söylenmesi bile ayrı bir acı vermektedir bizlere. Her kim olursa olsun adil ve sağlıklı yargılama olmaksızın cezalandırılması insanca bir yaşam için doğru değildir. Oniki Eylül’ün acıları asla dinmedi ve yıllar geçse de dinmeyecektir. Benim 60 günlük gözaltında olmam ve akabinde neredeyse yedi yıl sürgün edilerek eşimden çocuklarımdan dostlarımdan ayrı bırakılmamın maddi değerini bir kenara bırakırsak manevi değerleri nasıl geri getirilebilecek. Kim ödeyecek benim zararlarımı. Bir sürü suçlamaya rağmen zerre kadar suçum olmadan çektiklerimin hesabını kim verecek. Yıllardır oluk oluk akan kanların o gece aniden durmasının cevabını bulabilmiş değilim. Vardır bir hikmeti deyip geçesim de gelmiyor. Ama anlıyorum ki birileri o güne kadar düğmeye basıp tabiri caizse parmağında oynatıyormuş gibime geliyor. Hala çözemediğimiz bu olumsuzluklar günümüzde başka versiyonlarla devam ediyor. Düşündükçe kahroluyorum ama aklıma bu olaylar düştükçe Paol ve Carol geliyor. Kim bunlar derseniz, hemen anlatayım. Yıl sanırım 1962-65 arası. ABD ülkemize 8 bin BARIŞ gönüllüsü gönderiyor, ne yapacaklarsa. Bu barış gönüllülerinden ikisi de bizim Banazımızın Banaz köyüne yerleştiriliyor. Kendilerine bir ev tahsis ediliyor ve köy bekçisi de emirlerine veriliyor. Bu bekçi sabah akşam bu iki delikanlıya göz kulak oluyor. Hanelerden sırayla yemek getirip onları doyuruyor. Onlar 25 yaşlarında bir bay biri bayan çıta gibi iki delikanlı. Ama evli değiller. Gayet iyi TÜRKÇE biliyorlar. Boyları uzun yüzleri güleç ve sevecen. Ne kadar iyi insanlar diye bizim belleklerimizde imaj bırakıyorlar. Ne yaptıklarını bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz bizlerle oynayıp bizlerle gülüyorlar.. Ve birkaç yıl sonra gittiler. Gittiler ama geldikleri gibi değil, geldiklerinde ellerinde küçük bir valiz vardı giderlerken onlarca valizle döndüler. Ben görmedim ama görenler defter ve kitap olduğunu ve bazıları da dosyalar olduğunu söylediler yıllar sonra. Ve tabii sonrası malum. Dosyaların içinde ne var ne yok bilemiyoruz. Ama o dosyalar hiç masum değillerdi sanırım. Ve Paol ile Carol gitti. İş bitti mi.. diye düşündüm geldim. Sahi sonrasında neler oldu?.. Bir çoğunuz biliyorsunuzdur. Ve bilemeyenler de vardır. Bildiğim bir şey var biz DARBE’lerden çok çektik. Ülke olarak çok zararlar gördük. Daha güzel günler görmek istiyoruz. Ve en önemlisi biz ülkemizi seviyoruz. Ölesiye…
Ekleme Tarihi: 13 Eylül 2022 - Salı

EYLÜL’ÜN ONİKİSİ

Kötü günleri anımsamak istemem ama tamı tamına 42 yıl önce yaşadıklarımız, daha doğrusu bizlere yaşatılanlar kolay kolay daha nice yıllar geçse de silinecek gibi değil. Neredeyse milyonlara varan gencimizi mağdur eden bu olay tarihimizde kara bir leke olarak kalmaya devam etmekte. Silinir mi bilemem ama silinse bile acıları, travmaları, çekilenleri unutulacak gibi değil. Hele hele darağaçlarına verdiklerimiz, yaşı tutmayanları unutmak kolay olmuyor. Kim ne yaptı nasıl etti bir çoğumuz farkındayız ama gel gör ki yapabi-leceklerimiz sınırlı kaldı ve bahsettiğim 760 bin insan mağduriyet yaşadı. Onların eşi, dostu, akrabası ve tanıdıkları da üzüntülere onulmaz dertlere mağdur kaldılar.
Tarihin toz tutmayan sayfalarına bakmak, belki acıları tazelemek adına uygun olmasa bile o günleri bir daha yaşamamayı arzulamaktayız. Oniki Eylül akşamına kadar duraksamadan akan kanın o gece ve ertesi gün bıçak gibi kesilmesi garip değil mi?
Beni yıllar yılı derin düşüncelere daldırmıştı. Hangi sihirli el kargaşayı bir anda yok edivermişti. Sanki dün hiçbir şey olmamış ve bembeyaz bir sayfa açılmış gibiydi. Caddeler, sokaklar bomboş, arada bir askerlerin rap rap sesleri duyulmaktaydı. Ama umulmadık hızla zindanlar dolmaya taşmaya başlamıştı. SUÇLULAR gece yarılarında evlerinden alınıp işkence odalarına çekilmekteydi. Suçlular diyorum. Elbette asıl suçlular değil suçlu olarak bakılanlardı onlar.
O gece bir yolculuktan dönmüştüm. Geç geldiğimiz için henüz yataktayken komşumuz uyarmıştı.. Kalkın DARBE olmuş. Kalktık televizyonu açtık. Baktık ki Hasan Mutlucan türküleri çalıyor. Arada bir anons; “ordu yönetime el koymuştur, netekim”. Bir iki gün sonra gözaltındayız. Tamı tamına 60 gün. Her gün sorgu, her gün baskı ve işkence. Yaşadık hepsini. Hayatımda çakı bıçağı taşımamış bizler darbenin sorumlusu oluverdik birden. Oysa biz ülkemizi en çok seven, ülkemizin kalkınması adına okullarımızı bitirip hizmetimize aralıksız devam eden çocuklarımızın yetişmesine katkı sağlayan insanlardık. Ve hep öyle olmaya and içmiştik zaten. O günlerde kaybettiklerimiz gerçek yargılamalar yapılarak ceza alsalar veya serbest kalsalardı bu günlerde sanırım ülke yönetiminin en başlarında kalkınma adına, ülkeyi çağdaş ülkeler seviyesine çıkarma adına hala kafa yoruyor olacaklardı belki de.
Darağacına giden “üç fidanın” İmralı’daki üç can için kıstas olduğunun söylenmesi bile ayrı bir acı vermektedir bizlere. Her kim olursa olsun adil ve sağlıklı yargılama olmaksızın cezalandırılması insanca bir yaşam için doğru değildir.
Oniki Eylül’ün acıları asla dinmedi ve yıllar geçse de dinmeyecektir. Benim 60 günlük gözaltında olmam ve akabinde neredeyse yedi yıl sürgün edilerek eşimden çocuklarımdan dostlarımdan ayrı bırakılmamın maddi değerini bir kenara bırakırsak manevi değerleri nasıl geri getirilebilecek. Kim ödeyecek benim zararlarımı. Bir sürü suçlamaya rağmen zerre kadar suçum olmadan çektiklerimin hesabını kim verecek.
Yıllardır oluk oluk akan kanların o gece aniden durmasının cevabını bulabilmiş değilim. Vardır bir hikmeti deyip geçesim de gelmiyor. Ama anlıyorum ki birileri o güne kadar düğmeye basıp tabiri caizse parmağında oynatıyormuş gibime geliyor. Hala çözemediğimiz bu olumsuzluklar günümüzde başka versiyonlarla devam ediyor.
Düşündükçe kahroluyorum ama aklıma bu olaylar düştükçe Paol ve Carol geliyor. Kim bunlar derseniz, hemen anlatayım. Yıl sanırım 1962-65 arası. ABD ülkemize 8 bin BARIŞ gönüllüsü gönderiyor, ne yapacaklarsa. Bu barış gönüllülerinden ikisi de bizim Banazımızın Banaz köyüne yerleştiriliyor. Kendilerine bir ev tahsis ediliyor ve köy bekçisi de emirlerine veriliyor. Bu bekçi sabah akşam bu iki delikanlıya göz kulak oluyor. Hanelerden sırayla yemek getirip onları doyuruyor. Onlar 25 yaşlarında bir bay biri bayan çıta gibi iki delikanlı. Ama evli değiller. Gayet iyi TÜRKÇE biliyorlar. Boyları uzun yüzleri güleç ve sevecen. Ne kadar iyi insanlar diye bizim belleklerimizde imaj bırakıyorlar. Ne yaptıklarını bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz bizlerle oynayıp bizlerle gülüyorlar.. Ve birkaç yıl sonra gittiler. Gittiler ama geldikleri gibi değil, geldiklerinde ellerinde küçük bir valiz vardı giderlerken onlarca valizle döndüler. Ben görmedim ama görenler defter ve kitap olduğunu ve bazıları da dosyalar olduğunu söylediler yıllar sonra. Ve tabii sonrası malum. Dosyaların içinde ne var ne yok bilemiyoruz. Ama o dosyalar hiç masum değillerdi sanırım. Ve Paol ile Carol gitti. İş bitti mi.. diye düşündüm geldim. Sahi sonrasında neler oldu?..
Bir çoğunuz biliyorsunuzdur. Ve bilemeyenler de vardır. Bildiğim bir şey var biz DARBE’lerden çok çektik. Ülke olarak çok zararlar gördük. Daha güzel günler görmek istiyoruz. Ve en önemlisi biz ülkemizi seviyoruz. Ölesiye…
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yesilbanazgazetesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.