Sordu kendi kendine acaba arı kuşları şehirlerde yaşayabilir mi? Yok yaşamaz dedi içinden, nasıl yaşasın ki diye mırıldandı.
Uçsuz bucaksız ovalar tarlalar varken, çeşit çeşit ağaçların içinde oynaşmak ve şarkılar söylemek varken, nasıl yaşardı o ekşi peynir gibi kokan sokaklarda. Hem uğur böceği ve akrabaları onunla koşmak istese duyamazdı o gürültüde. Hem onlarda yoktu buralarda, aslında en çok sevdiği şeydi onlarla sohbet etmek. Nasıl bulacaktı en güzel çiçekleri, nasıl besleyecekti kendini. En tatlı nektarlar olmazsa zaten yaşayamayacağını kendisi de biliyordu. Bütün enerjisini doğanın gücüne borçluydu. Ama yinede şehrin kahredici büyüsüne kapılıp uçtu apartmanların istikametine. O gün aparmanın bahçesindeki bir çiçeğe konmuştu, çok yorgundu. Bakındı etrafına uğur böceği ve akrabalarını aradı yoklardı. Oysa “iki çift söze” çok ihtiyacı vardı. Sonra karnını doyurmak için çiçeğin özüne ulaşmak istedi hışımla. Umduğunu bulamayan bir baş sallamasıyla gagasına aldığı ne kadar nektar varsa tükürdü toprağa. Bu tadı hiç bilmiyordu, güzel görünen bir çiçekteki bu berbat tadı, çayırların en kurak yerlerindeki çiçeklerde bile tatmamıştı. Anladı buralara ait olmadığını, oysa ne hevesle kanat çırpmıştı buralara. Uğur böceği ve akrabaları gitme demişlerdi, dinlememişti. O an karar verdi ait olduğu bağlara, bahçelere, çayırlara, dağlara dönmeye.
Aslında yıllar önce özendirilerek ve tuzağa düşürülerek köylerden şehirlere vasıfsız bir işçi olarak göçen, köy çocuklarının hikayesinin bir benzeriydi arı kuşunun yaşadıkları. Köyünde kimseye muhtaç olmadan karnını doyururken, gidip bir fabrikada asgari ücretli köle olan köy delikanlısının hikayesiydi. O aslında tarlasında konuşurdu buğdayları ile, koklaşırdı kuzuları ile. Ona hiç bağırmamıştı sarı kız süt verirken patron edasıyla. İkisi de biliyordu birlikte güçlüydüler, o yüzden hiç kötü söz etmemişlerdi birbirlerine. Bir gün sarı kızı sağarken sert sıkmıştı memelerini, ama yinede sütünü vermekten vazgeçmedi sarı kız. Anladı bir sıkıntı vardı, yoksa “hiç böyle hışımla sağım yapmazdı” dedi kendince. Aslında üzgündü delikanlı, fabrikada on yıl yan yana çalıştığı arkadaşının işsiz kaldığını öğrenmişti. Üstelik tazminatını da alamadığını biliyordu. Nasıl yapardı her türlü acı hikayenin yazıldığı, yalanın kol gezdiği, duman kokan caddelerinde o şehrin.
O an köyünün dağlarına bir daha baktı, kümesteki yumurtalarını topladı ardından. Köpeğinin suyunu tazeledi. “İyi ki” dedi kendi kendine, “iyi ki patronun adamıyla kavga edip döndüm köyüme”.
Bu topraklarda ağada benim, paşada benim diyerek yürüdü merdivenlerden.