Yazmak biraz da bütünüyle çürümüş ve kokuşmuşluğa bir karşı duruşun hikâyesidir aslında... O yüzden yazıyor, yazarak çürümüşlükten uzaklaşmaya ve yaşamaya çalışıyoruz...
Zaman hep gösteriyor ki bir insan, kendini ve Rabbini ne kadar az tanıyor ve seviyorsa, vatanını, değerlerini, ailesini de öyle az... Öyle eksik seviyor ve benimsiyor görünmesi veya hissetmesi normal geliyor…
Sokakta yürüyen 26 yaşındaki genç ile annesi arasında geçen bir muhabbetle başlıyor bu yazı, modernliği ve post modernliği derinliklerinde hissetmiş, her zaman ailesinden farklı baktığını düşünen, onlar gibi olmadığını iddia eden, popüler kültürün kitaplarıyla büyümüş ve huzuru yakalamış, her şeyi çok iyi bilen o genç arkadaşın hikâyesi bu! Hepimize bir öğüt yada bir ders! Ama ne dedimse önce en çok da kendime!
İnsanların yaşamında birçok kimliği vardır. Bazıları sonradan kazanılmış kimlikler olmakla birlikte, bazı kimlikler ise zaman içinde olgunlaşmış kimliklerdir. Bu köşe yazısında yürürken şahit olduğum manzaradan mütevellit sonradan fikirlerle, kitaplarla olgunlaştığını düşündüğüm bakış açısı sonucu ortaya çıkanları yazma yada yazabilme girişimi:
Sokakta uzun bir süre arkasından yürüdüğüm ve istemeden duyduklarım… Belki de bir ders içindi bu duyduklarım kim bilir...
Genç adam istediklerini her zaman kabul ettirmenin haklılığıyla pervasızca annesine yükleniyordu:
Genç: Yani ne olur ki bu sefer de hata yapsın görsün desen ne olur!
Anne: Bugüne kadar isteklerine her zaman saygı duyup senin istediğin şekilde olması için gayret gösterdim. Ama bu yaptığın bana ve değerlerimize saygısızlık oluyor.
Genç: Anne, artık kimse değer, saygı, ahlak, doğruluk, dürüstlük falan umursamıyor. Devir değişti, değer, saygı, ahlak dediğin şeyler eski kafalı düşünceler.
Anne: Oğlum, devir değişse de insan olmanın temeli değişmez!
Genç: Değer dediğin şeyler birkaç kural yığınından ibaret değil mi zaten?
Anne: Değerler modaya göre giyilen bir kıyafet değil ki çıkartıp atasın.
Genç: Ama ben senin kadar önemsemiyorum. Sen önemsiyorsun diye bende mi önemsemek zorundayım?
Anne: Belki kısa vadede öyle bakabilirsin. Ama unutma, bu değerler karakteriyle ayakta kalanlar içindir! Ve senin de karakterinle ayakta kalanlardan olduğunu düşünüyorum.
Genç: Bilmiyorum anne, bana sanki işe yaramıyor gibi geliyor.
Anne: Bana inanmıyor olabilirsin ama sen yine de Allah'ın dediklerinde var olan doğruları yap. Modern dünya ne derse desin, sen Allah ne der onu düşün…
Genç: Amaaan neyse, seninle de konuşulmuyor…
Annenin söylemleri manidar… Hiç bir zaman elindekilerle mutlu olmayan ve her şeyin daha fazlasını isteyen biricik kuzusunun bu tavrı anne için büyük bir yıkım ve büyük bir imtihan durumuydu. Sanki söz kudretini yitirince konuşmak Kafdağı'na taşınır cinstendi anne için. Çünkü sözün anahtarı ruhun kilidine uymaz olunca kumun sırrına çöl olurmuş çığlıklar diyordu Adıgüzel işte tam o nokta…
Annenin bir duruşu vardı ve bu duruşu inançla amelin birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini, imanın kalpte saklı kalmaması gerektiğini veciz bir şekilde anlatıyordu. Bugün, yaşadığımız post modern veya modern çağda adına ne dersek diyelim belki de en çok kaybettiğimiz şey budur: Bir genç değerleri geride bıraksa da gerçekten inanıyorsa eğer ya da içerisinde bir küçük inanç kırıntısı kaldıysa; İnandığını yaşamak, yaşadığını da ahlaklı bir şekilde ortaya koyması gerekir. Unutulmamalıdır ki iman, Allah'a olan derin bağlılıktır, kalpte yer eder. Fakat bir Müslümanın sorumluluğu sadece kalbinde iman taşıması değildir. Burası çok önem arz etmektedir. Eğer gerçekten bir inanç söz konusuysa bu iman, hayatının her alanına sirayet etmelidir. Çünkü yaşam ve yaşayıştaki her durum birbirine bağlı zincirler gibi ilerlemektedir. Aradaki kopukluk yaşamdaki bütünlüğe ciddi zararlar vermektedir. Yukarıdaki kısa hikayedeki genç gibi inanıyorum ama annem kadar değerleri önemsemiyorum diye absürt bir yaklaşım olabilir mi?
Dilinde doğruluk, elinde merhamet, yürüyüşünde, giyim ve kuşamında denge, her adımında adalet olmalıdır. Allah'ın emrettiklerini yapmamak inanca dâhil değildir. İnandım demekle de inanç olmuyor. Ve iman etmek bizden bir mücadele ruhu bekliyor. Çünkü İslam, bir fikriyat değil, bir yaşam biçimidir. Bugün bu yaşam biçimini kabul etmiş olan hepimizin bir takım sorumluklara sahip olduğumuzu görmemek veya görmek istememek anlaşılır bir durum değildir! Kişi yada kişiler yaşam biçiminde inanış açısından aktif olamıyorsa eğer bir şeylerin yanlış gittiğini görmezden gelmek anlamsızdır! Bir kere geldiğimiz bu dünyada hayatını anlamlandırmamaktır. En önemlisi yaşamın biricikliğine bir saygısızlıktır. Sizce de aslında Müslümanın yalnızca inanç olarak değil, davranışlarıyla da İslam'ı temsil etmesi gerektiğini hatırlamamız gerekmiyor mu?
Yaşadığımız her olay veya durumda İslam'ın ölçütleri neler diyor bunlara bakmalıyız. Ne yazık ki zaman zaman İslam sadece söylemlerde kalan bir anlayıştan öteye geçemiyor. Yani sorun değerlerde değil o değerlere sahip çıkmayan bizlerden kaynaklanmaktadır. Örnek üzerinden gidecek olursak annenin içselleştirdiği ama çocuğun görmezden geldiği ve hatta davranışlara yansımayan bir kimliğe indirgeniyor. Tıpkı Allah kelamının evlerin duvarlarının en güzel yerlerine asıp öyle kalması gibi… Oysa defalarca okunup yeniden yeniden üzerine düşünmek gerekmez miydi? Hoş! Mesele burada başlıyor aslında düşünüp idrak etmek yerine tozlu raflarda olması başlı başına bir sorun değil miydi zaten?
Hâlbuki Allah kelamında bizlere düşünmez misiniz diye sormamış mıydı? Hani hep düşünüp onu konuşacaktık? İslam sadece ceza hükümleriyle değil, en çok da ahlaki duruşla yaşanır hale gelir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" ifadesiyle, bizlere İslam'ın özü olan davranış biçimini göstermektedir.
Bugün birisi Müslüman olduğu iddiasında ise önce onu yaşaması gerekir. Ben az inanıyorum demesi ve değerleri az önemsiyorum demesi kişinin anlam kargaşasına karşılık gelmektedir. O kişi veya kişilerin yardıma muhtaç olduğunun bir göstergesidir. Ve yardım istemek büyük bir erdemlilik tavrıdır. Ne yazık ki post modern zamanlarda insanlar artık kulaklarıyla değil, gözleriyle inanmak istiyor. Gerçi peygamberin var olduğu çağda bile gözleriyle inanmak isteyenler çıkmadı mı? Peygamber, gözleriyle gösterecek kadar somutlaştırılmasına rağmen yine de iman etmemişlerdi ya hani... İşte bu yüzden içimizdeki İslam (yani değerleri!) var ise şayet sadece içimizde kalmamalı; halimize, hareketimize, giyimimize, aile ilişkilerimize yansıtmak zorundayız! Unutulmamalıdır ki yaşamımızda vücut bulmayan bu anlayış bir gün yitip gidecektir. Öyle biraz ilgilenip; biraz ilgilenmemek sahtekârlık göstergesi olduğu açıktır.
Hâlbuki Müslüman için değerler, imanı kalpteki ışığa dönüştüren temellerdir; ama o ışığın etrafa yansıması davranışlarımızla görünür. İçimizdeki İslam'ı göstermek, sadece bir zorunluluk değil, aynı zamanda bir şahitliktir. (Şahit ol Ya Rab senin nurunla var olalım!) Çünkü Müslüman, aynı zamanda yaşayan bir daveti temsil etmektedir. O zaman şu soruları soralım kendimize: İçimizdeki İslam ne kadar dışımıza taşmış durumda? Veya gerçekten hissediyor muyuz? Yaşantımızda İslam ne kadar görünür halde? İşimize gelen yerlerde katılmak, işimize gelmeyen yerlerde uzak kalmak ne kadar doğru? Cevap, aslında halimizin aynasıdır. Ve bu ciddi soruların hepsi bir bir detaylı olarak cevap beklemektedir.
Modern dünyada hızla değişen hayat şartları, teknolojik gelişmeler ve küresel kültürün etkisiyle birçok insan kendi öz değerlerinden uzaklaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Peki, bu karmaşanın içinde sıkça dile getirilen "değerler" dediğimiz şeyler aslında bizim neyimiz olur?
Bu soruya gerçek ve anlamlı cevabı İslam'ın öğrettiği hakikatlerde bulabiliriz. Tabi onlar içinde popüler kitaplar bir yana Allah'ın kelamındaki hakikatleri fark etmek için okumalıyız. Gencin annesine farklı, kendine farklı göründüğünü düşündüğü o değerler, unutulmamalıdır ki bir toplumun ve bireylerin manevi omurgasıdır. Bir insan omurgasız yaşayamadığı gibi manevi omurgasız da yaşaması sizce mümkün müdür? İnsanlığa sunulan bu değerler İnsanı insan yapan, toplumu ve aileleri bir arada tutan, bireyin davranışlarına yön veren ölçülerdir. Ve İslam dini, bu değerleri sadece öğreten değil, hayatın merkezine koyan bir sistem sunar.
O yüzden Müslümanlar Hz. Mevlana'nın pergel metaforundaki gibi ayağını bu değerlere sabitleyerek yaşamını devam ettirmektedirler. Kur'an'ın "iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma" çağrısı, tam da bu değer anlayışının temelini oluşturmaktadır. Adalet, doğruluk, sabır, merhamet, emanete riayet, saygı, anne ve babaya itaat gibi İslami değerler; sadece bireysel ahlakı değil, toplumsal huzuru da garanti altına almaktadır. Bu değerler sayesinde inanan kişi Allah'a karşı görevini yerine getirir. Ayrıca insanlara karşı sorumluluk bilinci taşır. Gelin şimdi hep beraber bir hafta hayatı ve çevreyi gözlemleyelim. Bugün toplumda yaşanan pek çok sorunun temelinde, bu değerlerin unutulması yada görmezden gelinmesi yok mu düşünelim. Hâlbuki bir çocuk büyüğüne anne babasına saygıyı, bir yönetici adaleti, bir komşu vefayı yaşatabildiğinde; hem birey olarak yücelir, hem toplum olarak beklenen güzel günlere yol alır. Bazen bazıları da yazınca hocam bu yazdıkların kesin mi diyor. Bende diyorum ki o yazıdaki oluşan her cümle şuan hayatta olduğumuz kadar gerçeklik taşımaktadır. Nitekim kadim medeniyet ve şehirler de bu kıymetli değerlerle birlikte yükselmiş ve yücelmiştir. Değerler dediklerimiz her seferinde hor görülmeye layık görülse de gözden kaçırılmaması gerekir ki bizim yol haritamızdır. Geçmişle geleceği buluşturan bir köprü konumundadır. Ne zaman bir sıkıntıyla karşılaşsak, kalbimizdeki değer terazisiyle doğruyu bulmaya çalışmamız gerekir. Siz akıcılığı çok sevenler! Önce sakince bu yaklaşımı bırakıp kalbinizdeki değer terazisine yöneliniz. Yolda ve darda kaldığınızda bunu unutmayınız (UNUTMAMALISIN)! Küçümseyen bu değer düşmanlarının aksine teraziyi Kur'an ve sünnetle kurmuş olmak, yanılma payımızı da bir o kadar azaltacaktır. O halde sorunun cevabı nettir: Değerler dediklerimiz bizim karakterimiz, duruşumuz, kimliğimiz, hatta var oluş sebebimizdir. Onlara sahip çıkmak sadece bir tercih değil, imanımızın, aidiyetimizin ve insanlığımızın gereğidir. Değerlerini kaybeden bir toplum ve birey, yönünü kaybetmiş bir gemi gibidir; dalgalarda savrulmaya mahkûmdur. Unutmamak gereken temel şudur: İslami değerler sadece geçmişin hatırası değil, bugünümüzün rehberi ve yarınımızın teminatıdır. Onlara sarılmak, post modern veyahut modern dünyanın bize dayattıklarının aksine; bizi hem bu dünyada onurlu kılar, özgürleştirir hem de ahirette kurtuluşa götürecektir!
Duymuşsunuzdur Sosyal Çürüme! Son dönemlerde oldukça popüler söylemlerden. Son olarak ben de konumuz gereği değerler açısından sosyal çürümeyi yorumlamak istedim. Aslında düşünen ve anlayan için değerleri küçümsemenin veya gereksiz görmenin aksine net biçimde bir yönelim söz konusu olmalıdır. Ya Allah'ın gösterdiği yolda değerlerle yürür, imanla yücelirsin; ya da inkâr ederek hem bu dünyada hem ahirette çürümeye mahkûm olunacağı açıktır. Buradaki yükselmek modern dünyada anlaşılacağının aksine sadece maddi değil, manevi bir yüceliştir; ahlaken, ruhen, insaniyet bakımından olgunlaşmaktır. Bugün insanlığın ortak ihtiyaç duyduğu gerçek olgunlaşma düzeyi... Çürümek ise sadece fiziksel ölüm değil, maneviyatın, insanlığın, ruhun yok oluşu ve bir kayboluştur.
İnanlara göre ölüm, bir son değil; yeni bir başlangıçtır. Unutulmamalıdır ki dünya hayatı bir imtihandır, son durak mezarlıklar değildir. Mezardan sonrası, ahiret âlemi olarak isimlendirilen ebedi âlem, hakiki hayatın başladığı yer olarak görülmektedir. Bu söz aynı zamanda insan olmaya niyet edeni ve insanı yanılma ve ihmalden uyandırmak istemektedir. Ayrıca hem öğüt hem de uyarı niteliğindedir. Annenin yavrucuğunun yanlışını görmezden gelişine bir isyandır. İnançsızlığa karşı bir uyarı veya inandım demekle bitmeyecek sorumlulukları hatırlatma olduğu gibi imana ise bir davettir. Allah ve Resulüne olan bu inanç herkese nasip olmayacağı söylenen fakat hissedenin de uzak kalamayacağı muazzam bir hissediş hali... Üstad Necip Fazıl'ın dediği gibi: Ya imanla diril, ya inkârla kaybol ama unutma, gerçek hakikati kabirde değil, kabirden sonra anlayacaksın! O zamanda her şey için çok geç olacak…
Mehmet Fatih Tekin
Uzman, Felsefe Grubu Öğretmeni, Sosyolog,
Öğrenci Koçu, Aile Danışmanı