Hatay escort Sex hikayeleri Sikiş hikayeleri porno ize

A. Erkin Sarıoğlu
Köşe Yazarı
A. Erkin Sarıoğlu
 

ÇANAKKALE’DEN AFRİN’E

18 Mart dünya tarihinde önemli bir tarih. TÜRKLERİN Zaferi. Ve yer yüzünde bir çok savaşlar yapılmış, yıllarca sürenleri olmuş. Ama onlar hatırlansa bile ÇANAKKALE unutulmaz savaşlar arasında yerini almış ender olanlarından biridir. Ben eğitimimi Çanakkale’nin İMROZ adasında eskiden var olan GÖKÇEADA ATATÜRK Öğretmen Okulunda tamamladım. Yıllarca gittim geldim. Defalarca Çanakkale Abidesi’nin yanından geçtim. O muhteşem görüntü hafızama silinmemecesine kazındı. Hep yanından geçtiğim o muhteşem eseri yıllar sonra yakından görmek, elle dokunmak, orada olup bitenleri uzman kişilerin ağzından dinlemek bir başka keyif kattı yaşamıma. Sanıyorum bir çoğunuz görmüştür. Belki de defalarca. Bende en on kere gezdim. Her gezişimde ayrı bir lezzet, her gördüğümde ayrı bir gurur duydum. Hani derler ya; anlatılmaz yaşanır. İşte o misal. Şimdiye kadar görmemiş ya da fırsat bulamamışların bir fırsat yaratıp buraları gezmesi görmesi gerekir. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi “hacca giden vatandaşlarımız oraları anlatırken Allah bir daha nasip etsin.. İnanın onlarca kere gitmek isterim” dedikleri gibi ÇANAKKALE’de onlarca gidilse doyulmayacak bir ZAFER anıtı olduğunu göstermiştir. Her geçen yıl daha da muhteşem, daha da bakımlı ve heybetli görünümü ile insana bir cesaret bir gurur bir onur bahşediyor. Orada can veren insanlarımızı rahmetle minnetle anıyorum. İlk gezilerimde sadece bakmakla yetindiğim için fazlaca ilgi duymamış adeta bakıp geçmişim. Bunu sonraki ziyaretlerimde bilgilerinden yararlandığım REHBER ile gezdiğimde anladım. Biz ilk zamanlarda inanın sanki mezar taşlarına bakıp geçmişiz. Rehber ile gezilerimizde otobüste başlayan ÇANAKKALE Destanını akşamın güneşi batıncaya kadar dikkatle izlemekten kendimi alamadım. 1914'te başlayan bu büyük zaferin sonlanmasına kadar duyduklarımla zaman zaman duygulandım zaman içinde göz yaşlarımın tutamadım. Doğrusunu söylemek gerekirse o anlatılanları ilk kez duyduğunuzda sizin de benden farkınızın olmayacağına bahse girerim. Özellikle de Uşaklı bir rehberimizin anlatımları daha bir anlamlı kıldı ziyaretimizi. Gideceğimiz yere varmadan önce verdiği bilgilerle okuduğu şiirlerle bizi hazırlıyor ve mahallindeki anlatımlarıyla da perçinliyordu adeta. Daha sonra gidilecek yeri ziyadesiyle merak eder duruma sokuyordu beyinlerimizi. Gündüz bir birine kurşun sıkanlar akşamın ay ışığında birbirlerine sigara alıp vererek yarını düşünmüyorlarmış. Aklıma en çok takılan ve bir türlü anlam veremediğim şu soruyu da sormadan edemedim. “Taa Avustralyalardan aylarca yol teperek gelen bu insanlar hangi mantık ile burada savaşabiliyorlar. Bildiğim kadarıyla ya da aklıma yattığı şekliyle savaş bir ülkenin varlığını sürdürmesi adına yapılır. Bu gurkalarda ne memleket sevdası var ne de dini bir sevda. Sadece verilecek parayı hak etmek üzere binlerce kilometre yolları kat etmişler. Üstelik burada can verdiklerinde alacakları paranın da hükmü kalmayacak” dedim. Rehberimiz “onlar öncelikle nereye götürüldüklerini bilmiyorlar ve de olacaklardan asla haberleri yoktu” dedi. Tarihin en kanlı savaşlarından biri yaşanmış kuşkusuz. Aradan onlarca yıl geçmesine rağmen topraklardaki kan kızıllığı hala geçmemiş. ATATÜRK askerlere “ben siz savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” diyerek konunun hassasiyetini özetlemiş. Anlatılanlardan beni en çok etkileyen bir kaçını sizlerle paylaşmak isterim. Bir çok şehit verildikçe sağlık bölümünü daha hızlı çalıştırmaya başlamışlar. Doktorlar aralarında aldıkları bir karar ile ön muayene esnasında, gelen askerin durumuna bakıp iyileşme olanağı olanları revire yatırıp tedavi etmeye, ancak tedavisi mümkün olmayan ya da uzun zaman uğraşılacakları da bir kenarda ölüme terk etmeye karar vermişler. Her doktor yaralının durumuna bakıp iki seçenekten birini söylüyor ve uygulama ciddiyetle sürdürülüyormuş. Doktor her muayene sonrası duruma göre kararını vermekte iken daha onsekizinde körpecik bir asker gelmiş önüne. Evirmiş çevirmiş bakmış bakıştırmış genç askerde ele alınır bir şey kalmamış karın yarılmış bağırsaklar yerlerde sürünüyor. İşaret etmiş.. terk.. edilecek. Tam o sırada bir ses duyulmuş. BABA….. Doktor bakmış ki.. Oğlu. Ama çare yok. Görevli askere eliyle işaret etmiş.. “Götürün” diye. Doktor görevine devam etmiş. Ertesi gün görevli askere sormuş “oğlumu nereye koydunuz” diye. “Mezar başına büyükçe bir taş koyarak hiç olmaya yeri belli olsun” diyerek görevine devam etmiş. İşte biz böyle bir milletin çocuklarıyız. Bakın Anzak ne yapmış. Yıl 1918. Savaş sonlanıyor. Bu anzak bir Mehmetciğin başını kesip çantasına koymuş ülkesine vardığında onu bir sandık içinde saklamış. Yıllar geçmiş. Vefat eden bu Anzak’ın torunları ağzı hiç açılmayan sandığı açmaya karar vermiş. Ne görsünler bir baş iskeleti.. Araştırıp soruşturmuşlar. Bunun bir askere ait olduğu ve TÜRK olduğu bilgisine ulaşmışlar. NE adı belli ne de sanı. Türkiye’ye getirmeye karar vermişler. Ve yetkililer bu kafatasını bir mezara koyup hikayesini de üzerine yazarak şehitlikte anıt yapmışlar. MEÇHUL ASKER anıtı. Giderseniz mutlaka görün.. Daha yüzlerce hikaye var. Ama asıl şu an AFRİN’de yine kahramanca çarpışan MEHMETÇİKLERİMİZ var. Allah onların yar ve yardımcısı olsun. Ayaklarına taş değmesin. Ve gece gündüz diken üstünde yaşadığımız, yaşantımızı allak bullak eden TERÖR belasından ilelebet kurtulalım. Zafer her zaman “ZAFER BENİMDİR” diyebilenlerindir. AFRİN’DE de zafer bizimdir.
Ekleme Tarihi: 22 Mart 2018 - Perşembe

ÇANAKKALE’DEN AFRİN’E

18 Mart dünya tarihinde önemli bir tarih. TÜRKLERİN Zaferi. Ve yer yüzünde bir çok savaşlar yapılmış, yıllarca sürenleri olmuş. Ama onlar hatırlansa bile ÇANAKKALE unutulmaz savaşlar arasında yerini almış ender olanlarından biridir. Ben eğitimimi Çanakkale’nin İMROZ adasında eskiden var olan GÖKÇEADA ATATÜRK Öğretmen Okulunda tamamladım. Yıllarca gittim geldim. Defalarca Çanakkale Abidesi’nin yanından geçtim. O muhteşem görüntü hafızama silinmemecesine kazındı. Hep yanından geçtiğim o muhteşem eseri yıllar sonra yakından görmek, elle dokunmak, orada olup bitenleri uzman kişilerin ağzından dinlemek bir başka keyif kattı yaşamıma.
Sanıyorum bir çoğunuz görmüştür. Belki de defalarca. Bende en on kere gezdim. Her gezişimde ayrı bir lezzet, her gördüğümde ayrı bir gurur duydum. Hani derler ya; anlatılmaz yaşanır. İşte o misal. Şimdiye kadar görmemiş ya da fırsat bulamamışların bir fırsat yaratıp buraları gezmesi görmesi gerekir.

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi “hacca giden vatandaşlarımız oraları anlatırken Allah bir daha nasip etsin.. İnanın onlarca kere gitmek isterim” dedikleri gibi ÇANAKKALE’de onlarca gidilse doyulmayacak bir ZAFER anıtı olduğunu göstermiştir.
Her geçen yıl daha da muhteşem, daha da bakımlı ve heybetli görünümü ile insana bir cesaret bir gurur bir onur bahşediyor. Orada can veren insanlarımızı rahmetle minnetle anıyorum.
İlk gezilerimde sadece bakmakla yetindiğim için fazlaca ilgi duymamış adeta bakıp geçmişim. Bunu sonraki ziyaretlerimde bilgilerinden yararlandığım REHBER ile gezdiğimde anladım. Biz ilk zamanlarda inanın sanki mezar taşlarına bakıp geçmişiz. Rehber ile gezilerimizde otobüste başlayan ÇANAKKALE Destanını akşamın güneşi batıncaya kadar dikkatle izlemekten kendimi alamadım.
1914'te başlayan bu büyük zaferin sonlanmasına kadar duyduklarımla zaman zaman duygulandım zaman içinde göz yaşlarımın tutamadım. Doğrusunu söylemek gerekirse o anlatılanları ilk kez duyduğunuzda sizin de benden farkınızın olmayacağına bahse girerim.
Özellikle de Uşaklı bir rehberimizin anlatımları daha bir anlamlı kıldı ziyaretimizi. Gideceğimiz yere varmadan önce verdiği bilgilerle okuduğu şiirlerle bizi hazırlıyor ve mahallindeki anlatımlarıyla da perçinliyordu adeta. Daha sonra gidilecek yeri ziyadesiyle merak eder duruma sokuyordu beyinlerimizi.
Gündüz bir birine kurşun sıkanlar akşamın ay ışığında birbirlerine sigara alıp vererek yarını düşünmüyorlarmış. Aklıma en çok takılan ve bir türlü anlam veremediğim şu soruyu da sormadan edemedim. “Taa Avustralyalardan aylarca yol teperek gelen bu insanlar hangi mantık ile burada savaşabiliyorlar. Bildiğim kadarıyla ya da aklıma yattığı şekliyle savaş bir ülkenin varlığını sürdürmesi adına yapılır. Bu gurkalarda ne memleket sevdası var ne de dini bir sevda. Sadece verilecek parayı hak etmek üzere binlerce kilometre yolları kat etmişler. Üstelik burada can verdiklerinde alacakları paranın da hükmü kalmayacak” dedim. Rehberimiz “onlar öncelikle nereye götürüldüklerini bilmiyorlar ve de olacaklardan asla haberleri yoktu” dedi.
Tarihin en kanlı savaşlarından biri yaşanmış kuşkusuz. Aradan onlarca yıl geçmesine rağmen topraklardaki kan kızıllığı hala geçmemiş. ATATÜRK askerlere “ben siz savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” diyerek konunun hassasiyetini özetlemiş. Anlatılanlardan beni en çok etkileyen bir kaçını sizlerle paylaşmak isterim.
Bir çok şehit verildikçe sağlık bölümünü daha hızlı çalıştırmaya başlamışlar. Doktorlar aralarında aldıkları bir karar ile ön muayene esnasında, gelen askerin durumuna bakıp iyileşme olanağı olanları revire yatırıp tedavi etmeye, ancak tedavisi mümkün olmayan ya da uzun zaman uğraşılacakları da bir kenarda ölüme terk etmeye karar vermişler. Her doktor yaralının durumuna bakıp iki seçenekten birini söylüyor ve uygulama ciddiyetle sürdürülüyormuş. Doktor her muayene sonrası duruma göre kararını vermekte iken daha onsekizinde körpecik bir asker gelmiş önüne. Evirmiş çevirmiş bakmış bakıştırmış genç askerde ele alınır bir şey kalmamış karın yarılmış bağırsaklar yerlerde sürünüyor. İşaret etmiş.. terk.. edilecek. Tam o sırada bir ses duyulmuş. BABA….. Doktor bakmış ki.. Oğlu. Ama çare yok. Görevli askere eliyle işaret etmiş.. “Götürün” diye. Doktor görevine devam etmiş. Ertesi gün görevli askere sormuş “oğlumu nereye koydunuz” diye. “Mezar başına büyükçe bir taş koyarak hiç olmaya yeri belli olsun” diyerek görevine devam etmiş.
İşte biz böyle bir milletin çocuklarıyız.
Bakın Anzak ne yapmış. Yıl 1918. Savaş sonlanıyor. Bu anzak bir Mehmetciğin başını kesip çantasına koymuş ülkesine vardığında onu bir sandık içinde saklamış. Yıllar geçmiş. Vefat eden bu Anzak’ın torunları ağzı hiç açılmayan sandığı açmaya karar vermiş. Ne görsünler bir baş iskeleti.. Araştırıp soruşturmuşlar. Bunun bir askere ait olduğu ve TÜRK olduğu bilgisine ulaşmışlar. NE adı belli ne de sanı. Türkiye’ye getirmeye karar vermişler. Ve yetkililer bu kafatasını bir mezara koyup hikayesini de üzerine yazarak şehitlikte anıt yapmışlar. MEÇHUL ASKER anıtı. Giderseniz mutlaka görün..
Daha yüzlerce hikaye var. Ama asıl şu an AFRİN’de yine kahramanca çarpışan MEHMETÇİKLERİMİZ var. Allah onların yar ve yardımcısı olsun. Ayaklarına taş değmesin. Ve gece gündüz diken üstünde yaşadığımız, yaşantımızı allak bullak eden TERÖR belasından ilelebet kurtulalım.
Zafer her zaman “ZAFER BENİMDİR” diyebilenlerindir. AFRİN’DE de zafer bizimdir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yesilbanazgazetesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.