Onlar sanıyorlar ki,
Biz sussak mesele kalmayacak.
Halbuki, biz sussak, tarih susmayacak..
Tarih sussa, hakikat susmayacak.
Onlar sanıyorlar ki,
Bizden kurtulsalar mesele kalmayacak.
Hâlbuki
Bizden kurtulsalar,
Vicdan azabından kurtulamayacaklar,
Vicdan azabından kurtulsalar,
Tarihin azabından kurtulamayacaklar.
Tarihin azabından kurtulsalar,
Allah'ın gazabından kurtulamayacaklar.
Sezai Karakoç
Bugün her şey eğitim açısından iyi olacak derken hızlı bir artışla problemler yumağına dönüşüyor! Şekilsel ve fiziki mekânların temel meseleler olduğu bir toplumda gerçek bir maarif derdinden bahsedebilir miyiz bilmiyorum. Her şeyin olması gerektiği gibi olması lazım ki artık dış faktörlere odaklanabilelim. Üzülerek söylüyorum ama öğrencilerin isteksiz ve hissizliği bir yana bütün unsurları ile mış gibi (başarmışız gibi, yapmışız gibi, en iyisi bizimmiş gibi) var olmaya ve bir yaraya merhem olmamaya devam ediyor ve edecek gibi görünüyor...
Sahi neydi maarif?
Bizi muasır medeniyetler seviyesine taşıyacak olan şey...
İlerledik mi? Adını, şanını değiştirince 2000 yılından daha fazla mı geliştirdik?
Sayılar veya kurgulanmış üç beş kelamdan oluşan kâğıttan mı ibaret o koca bir yıl...
Maarif, Arapça kökenli bir kelime olup Türkçede en genel anlamıyla "eğitim" ve "öğretim" demektir. Ancak bugün ne kadar beklentiler karşılamasa da sıradan bir bilgi aktarımından daha derin bir anlam taşır. Osmanlı'dan günümüze kadar özellikle resmî ve kültürel dilde, eğitimle ilgili kurumlar ve faaliyetleri ifade etmek için kullanılmıştır. Kavramı daha detaylı anlayabilmek için şu yönlerine bakmak yerinde olacaktır: Köken ve anlamı: Arapça "arafa" kökünden gelir; bilmek, tanımak, anlamak anlamlarına gelir. "Marifet" kelimesi de aynı köktendir ve "derin bilgi, hikmet" anlamı taşır. Eğitim bağlamında kullanımı ise: Maarif, sadece bilgi öğretmek değil; insanın aklını, ruhunu, ahlâkını geliştiren, onu erdemli birey yapmayı amaçlayan bir eğitim anlayışını ifade eder. Tarihî kullanım bakacak olursak Osmanlı döneminde "Maarif Nezareti" Millî Eğitim Bakanlığı'nın karşılığıydı. Bugünkü "Millî Eğitim Bakanlığı", o dönemde "Maarif Vekâleti" olarak isimlendirilmekteydi.
Aslında baktığımızda eğitim ve insan yetiştirme meselesinde geçmişten gelen kaygılarımızın artarak devam ettiğini üzülerek görmekteyiz. Bu köşe yazısı sadece bir eleştiri değil, aynı zamanda eteklerimizdeki taşları döküp ciddi sorgulamaları yapabilmenin peşindedir. Üzülerek söylemeliyim ki öncelikle geçmişten bugüne uzanan bir zihni tembellikler söz konusu. Toplum olarak okumaya karşı ilgisizlik, dinlemekten kaçma ve düşünme zahmetine girmeme çürüyen yanlarımızın birer yansımasıdır. Ne dersiniz böyle bir toplumun eğitimini de tahmin etmek zor olmasa gerek! Eğitim, sadece bilgi aktaran değil; aynı zamanda bireyi düşünen, anlayan ve sorgulayan bir varlığa dönüştürmelidir. Zaten dönüştürmediğinde de yaptığımız eğitimlerin sonuçları karşımızda duruyor. Bu anlayış oluşmadığında ise, sadece şeklen eğitimli ama ruhen çorak bir nesil ortaya çıkıyor. Üzülerek söylemek gerekiyor ki bugün bunu da giderek kaybediyoruz. Çölde bir damla suya hasret kalacak gibiyiz ama bakalım. Ruh yapısı hasta, beden yapısı bitik duruma dönüşmekteyiz. Yalnızca zihinsel değil, aynı zamanda fiziksel ve manevi bir tükenişler söz konusu. Özellikle belirtmek gerekir ki eğitimin sadece aklı değil; aynı zamanda ruhu ve ahlâkı da beslemesi gerektiğini görmezden geldiğimiz her yıl daha da çok bozulmaktayız. Ve ne yazık ki bu bozulmalar bir gün bizi bitirecek. Modernleşme ve teknikleşme süreçleri içinde maneviyatını kaybetmiş, inanç ve değer bağları zayıflamış bir gençliğe gidişin ipini tutamaz durumdayız. Yani ne modernleşe bildik ne de teknikleşebildik! O yüzden değişmek gerekiyordu. Aslında değiştik de… Ama unutulan bir şey vardı beklenen düzenlemeler, değişim ve gelişimler dersleri koymakla değil derslerin ders olarak görünmesiyle anlamı kazanacaktı. Lüks eğitim binalarımız vardı ama ruhu yoktu! Unuttuğumuz birçok değişiklik gibi sadece meslek edindirme aracı değil; karakter ve ruh inşasının temeli olduğunun farkında bile değildik! Oysa eğitimin sadece diploma veren değil; milletin ruhunu yeniden kuran bir kuvvet olması gerektiği düşüncesi hâkim olmalıydı. Şayet eğitim kurumlarımız bu vazifesini yerine getirmezse, nesillerimiz hem kendisine hem topluma yabancılaşması kaçınılmaz olacaktır. Hem öğrenciler hem de öğretmenler giderek maarifimizden uzaklaştık. Her sene başı ve sene sonu olan seminer rezaletine hiç değinmiyorum bile sırf toplumdaki öğretmenler çok fazla tatil yapıyor bakış açısını değiştirmek adına bir hafta kimsenin ne yaptığını bilmediği şekilde okullarında hapsediliyor doğrusu. Aslında eğitim ve öğretim sürecinin ne kadar meşakkatli bir yol olduğunu bilseler toplumdaki algının ne kadar yanlış olduğunun da farkına varacaklardır. Verimsizliğin ve ilgisizliğin gölgesinde geçen toplantılar yumağı. Katılımcı temelli, etkileşimli, alan uzmanlarının katkısıyla belirlenmiş, gerçek ihtiyaçlara karşılık gelen bir seminer anlayışıyla uzaktan yakından alakası yoktur. Seminerler yeniden düşünülmeli eğitimcilerin gelişimi için olduğu düşünülen ama içerik açsısından değişmez ise gereksizliğin başka ifadesi olmaktan kurtulamayacaktır. Bu sebeple maarif öğretmenin itibarını geri getirecek anlamlı yeni yaklaşımlara ihtiyaç duymaktadır. Gençlerin üç harfli kâbusa dönüşmüş sınav sistemlerine hiç girmiyorum bile çünkü başlı başına yetersiz, güvensiz, kalite ölçmeyen bir anlayışın karşılığı olduğu açıktır. Bilginin derinliğini, düşünme becerilerini, problem çözme ve yaratıcılık gibi insana dair zengin yönler geri planda kalırken; test teknikleri, şık ezberleme ve hız kazanma gibi mekanik becerileri ön plana çıkarmaktadır. Oysa gerçek maarif ölçmekten ziyade yetiştirmek, ilham vermek ve yaşadığımız topluma ve dünyaya öğrencinin kendisini hazırlamak olmalıdır. Kısacası mevzu çok derin ve biz çok yaralıyız! Bu ifadeler, ilk bakışta çok sert görünebilir ama derdimiz sadece eleştiri değil, silkelemek ve uyandırmaktır. Kaybettiğimizi, unuttuklarımızı yeniden düşünmek ve hatırlamaktır. İçten gelen bu çığlığın yola çıkarken yolda bildiklerini de unutmuş olan söylem haline gelmiş maarifin gerçekten anlaşılması temennisiyle yazmaktır. Bugün millet olarak hepimize büyük görevler düşüyor. Mesela okullar, okullarımız sosyal medya reelslerini oluşturacak akımlardan çok daha fazlasına karşılık gelmelidir. Kendince eğlenme ve vakit geçirme seanslarını kutsal bir mabed edasıyla bakılan bu nadide kurumlarımızın dışında olması gerektiğini idrak etmeliyiz. Değersiz ve önemsizleştirdiğiniz gerçek bir maarifin olmadığı yerde okullar, sadece derslere girilen ve öğrencilerin ise yıllarını doldurmak için çaba sarf ettiği, fabrikalar gibi çalışan mekânlar olarak görülecektir. Başka bir deyişle, bilgi ve kültürün, ahlak ve ruhsal terbiyenin olmadığı ve amaçların belirsiz olduğu okullarda öğrenciler; ruhlarının ufkuna yürüme yerine diploma avcılığı yapan araçlar durumuna düşürülmektedir. Ve yaşamlarını bu uğurda çürütmektedir.
Maarif = Eğitim + Kültür + Ahlak + İnsan Yetiştirme Meselemizdir. Bu yüzden "Türkiye'nin Maarif Davası (Nurettin Topçu'nun eseridir okunmasını tavsiye ederim)" denince, yalnızca okullar değil, bir milletin insanını nasıl yetiştirdiği, neye göre eğittiği, neye değer verdiği gösterir diyordu. Ama günümüzde okullarımız sadece bir takım resmi belgeyle yüce, kıymetli olarak gösterilmiş, mış gibilerin var olduğu ama gerçek değerlerini yaşatamayan bir karşılığa sahiptir. Bence zaten okumak dediğimiz mesele maneviyatımızı artırmalı(bu maneviyat olarak düşündüğünüz şey ne ise), ahlakımızı güzelleştirmelidir(Ahlâk herkese lazım olan). Okumayı diploma avcılığı, kibir abideliği ve gösteriş için değil, anlamak için yapmalıyız. Mezar taşlarına yazılmış sıfatların kimseye bir faydası olmayacak olduğu aşikârdır. Okuyacağız, anlayacağız, yaşayacağız ve anlatacağız. Kalıcı olan hoş bir iyi hatıra da bu olacaktır. Okumanın amacı yaşamak ve uygulama için okumaktır. Zaten bilginin ve ilmin yolcuğunun güzelliği buradan gelmektedir. Unutmayalım ki yaşatılmayan kuru bilgi yok olmaya mahkûmdur.
Son olarak millet olarak yüzleşmemiz gereken gerçek soru ile sözlerime son verirken yazıyı okuyan herkesi maarif davamız hakkında düşünmeye davet ediyorum:
Gerçekten yaşayan, düşünen, hisseden ve üreten bir nesil mi istiyoruz; yoksa şeklen kalabalık ama ruhen çökük bir kalıp mı inşa ediyoruz?
Mehmet Fatih Tekin
Uzman, Felsefe Grubu Öğretmeni, Sosyolog,
Öğrenci Koçu, Aile Danışmanı